
Kaygılarımı Sunarım
Kaygı…
Hayatımızın göbeğindeki hislerden sadece bir tanesi fakat oldukça güçlü ve domine edici olanlardan biri.
Yaşadığımız şu son dönemlerde özellikle bir buçuk yılda, çoğu insanın fazlasıyla derinden hissettiği kaygı.
Kontrolün elden gittiğini an be an iliklerimize kadar duyduğumuzda tavan yapan kaygı.
Uykuları kaçıran, dengeleri bozan, ilişkileri alt üst eden kaygı.
Gelin biraz kaygının penceresini aralayalım birlikte, ardında ne var neler var bir bakalım.
20.yüzyılın sonu ve 21.yüzyılın başları olan şimdilere kadar uzanan döneme bir çeşit “kaygı çağı” desek yanlış olmaz diye düşünüyorum.
Kabaca fikir vermesi açısından, ABD’de bir kanalda paylaşılan ve yaşamayı engelleyen beş kaygı listelenmiş. Elbette bunların dışında da farklı kaygılar tanımlanabilir fakat dediğim gibi kabaca bir yol çizmesi açısından şu beşliye bakalım:
- Yeterince (para,aşk,vs) yok
- Beni sevmekten vazgeçecekler (reddedilme korkusu)
- Devam edemeyecek kadar güzel
- Ortaya çıkacak (başkaları numara yaptığımı anlayacak)
- Hayatımın bir önemi yok (kendime nasıl bir miras oluşturabilirim)
Bu tür kaygıları gidermek, yok etmek hatta yok saymak için çeşitli tavsiyeler tam gaz verilirken, ünlü psikiyatr ve psikanalist Jacques Lacan olaya bambaşka bir açılım getiriyor. Hadi bakın.
Söz konusu olan gerek bu listedeki kaygılar gerekse burada olmayan kaygılar olsun, kaygının temel nedeninin kişinin “öteki” ile arasındaki ilişki olduğunu söylüyor. Hatta buna “Büyük Öteki” diyor. Kişiyi devamlı olarak kendi içinde sorgulamalara gark eden “öteki”.
Bu “öteki” bazen bir başka insan, bazen bir topluluk, bazen ise kişinin kendine oluşturduğu “ideal ben” modeli olabiliyor. Kişi bu bahsedilen “öteki” lerle öyle ya da böyle hep ilişki içerisinde hayatı boyunca.
En çarpıcı ve karmaşık olanı da hiç şüphesiz kendimize oluşturduğumuz “ideal ben” modeli, kanımca. Zira başka biriyle ya da bir toplulukla olan ilişkimizde günün sonunda dönüp kendi oluşturduğumuz ideal benliğimize dayanıyor. Ha tabi, burada meşhur mükemmeliyetçilik de devreye giriyor. O “ideal ben” ne kadar mükemmeliyetçi bir zihinde oluşuyorsa o kadar ulaşılmaz ve o derece kaygı verici olabiliyor. İncecik bir çizgide seyrediyor her şey.
Arzu kavramından da bahsetmeden olmaz tabii. Kaygının içinde arzu var çünkü.
Yukardaki listeye bir bakın, kolaylık olsun diye. Hepsinin arka planında bir arzu var. Ya bir şey eksik, ya bir şey yanlış, ya da eksik ya da yanlışın olma ihtimali var her birinde. Hep bir şeye duyulan arzu var.
Heidegger insanın sonlu bir varlık olmasından dolayı kendini gerçekleştirebilme veya gerçekleştirememe kaygısına, bu dünyanın temelsizliği karşısında ve en nihayetinde hiçlik karşısında bir kaygıya düştüğünü söyler. Yani kaygı bir varoluş problemidir aslında. Yok olacağını bilen varlıkların kaçınması imkansız olan bir olgu.
Sartre ise kaygıyı “bulantı” ile tarif eder, yani bir iç sıkıntısıdır kaygı. Fakat bu iç sıkıntısı öyledir ki, insanın varoluşunu fark etmesine yol açar. İnsan ancak kaygıyı hissederek özgürlüğünün bilincine varır. Örnek vermek gerekirse, bir kölenin herhangi bir kaygısı olamaz olsa olsa korkusu olur çünkü o birilerine tabidir, kendi hakkında karar veremez, seçemez. Seçme özgürlüğü kaygı ile birlikte geliyor. Tıpkı bir paket gibi. Birini alıp diğerini almamak olmuyor.
Tam bu noktada kaygı ve korkuyu ayırmakta fayda var.
Dünya varlıklarından herhangi birinin karşısında duyulan korkudur.
Kaygı ise olasılıklardan doğar, insanın kendi olanakları ve düşünme/seçme özgürlüğü baş roldedir. Nesnesiz bir korkma halidir denebilir. Bazen adı bile konulamayan şeydir kaygı, nedenini net olarak görmediğimiz, bilemediğimiz nice kaygılı durumlar da yok mudur ?
Kendinizde kaygıyı kolay teşhis etmeniz için şöyle bir bakın kendinize, “eğer ……. olursa” diye düşündüğünüzde içiniz daralıyorsa işte bu nur topu bir kaygıdır. Ama karşınızda bir anda bir kaplan gördüğünüzde hissettiğiniz korkudur. Kabaca böyle bir ayrım yapalım. Psikanalizde bu ayrım bu derece kalın çizgilerle ayrılamasa da, günlük hayatta kendi kendimizle hemhal olurken bir ışık tutabilir kanaatindeyim.
Bu ayrımı yapmak şöyle önemli.
Kaygılarımızın farkında olduğumuzda ve onları derinlemesine incelediğimizde, içinde şunları bulacağız:
- Mutlaka bir arzu içeriyor
- Geleceğe dönük ya da şimdiki zamanda bir eksiklik, yanlışlık hissi var (hissi var diyorum çünkü bu gerçek olmayabiliyor, kendi kendimize oluşturmuş olabiliyoruz.)
- Kontrol konusunda güçlü bir eğilimi yansıtıyor
- Kendimize oluşturduğumuz “ideal ben”imizle ya da her hangi bir “öteki” ile ilişkiyi mutlaka içeriyor
- Özgür olduğumuzu gösteriyor (çünkü seçme özgürlüğü olan varlıklarda kaygı oluyor, Sartre’ın da dediği gibi)
- Mutlaka bir iç sıkıntısı veriyor
- İyi yönetildiğinde yaratıcılığın kaynağı olabiliyor
- Sonlu bir varlık olduğumuzun nişanesi
Bu noktada şu açılımı yapmam gerek.
Ana akım kişisel gelişimcilerin büyük engel olarak gördüğü kaygı, Sartre’ın Varoluşçuluğu’nda yaratıcılığın ve çözüm bulmanın da ilk şartı. Yani kaygı, insanı yaratıcı ve çözüm odaklı da yapabiliyor. Zira, kişi Varoluşçuluk’ta kendi hayatının mimarıdır, bilenleriniz vardır. Var oluş öz’den önce gelir. Yani insan önce var olur sonra özünü oluşturur.
Yani, felsefe ve psikanalizde kaygı temel bir insanlık hali, hatta insanın dünyayla ilişki kurmasını sağlayan koşulun ta kendisi olarak görülüyor. İşin bu tarafını unutmamak, hatırlatmak adına üstünde durmayı fazlasıyla önemsiyorum. Bu yüzden sizlerle de paylaşıp, kulağınıza kar suyu kaçırmak istedim.
Yapay olarak oluşturulan hatta ısrarla dayatılan “haydi bütün kaygılarımızı rafa kaldıralım hatta onları mümkünse çöpe atalım ve hayatın her dakikasında halay çekelim” anlayışı beni gerçekten uzunca bir süredir fazlasıyla rahatsız ediyor. Çünkü gerçek değil, uygulanabilir değil, her şeyden önce insani değil.
Bastırmaya, yok etmeye çalışmaktansa içine girip, kaygıyı derinden inceleyip, onu insanlık hali olarak algıladığımızda işler başkalaşıyor. İşe felsefik ve psikolojik açıdan baktığımızda kaygıyla yaşamak bir nebze daha kolay oluyor. Ha yaşamak (ya da var oluş) ne kadar kolay olacaksa o kadar tabii. Fazlası yok.
Düştük bir kere bu gezegene, yaşayacağız elimizden geldiğince.
Kaygılarımla,
- Posted in: Farkındalık ♦ Uncategorized
Bu kadar beklediğimize değmiş. Harika bir yazı ile buluşturdun bizi yine Ayşegül’cüm. Arzular-kaygılar bağlantısı beni en çok etkileyen tespit. 8 maddelik kaygı içerik listeni sürekli hatırlamayı diliyorum. Ve tabii en önemlisi, “… halay çekelim” cümlesinin beni sesli güldürdüğünü tahmin edersin 🙂
Canım çok çok teşekkür ederim ❤️❤️ güzel yorumlarına. Ne mutlu bana..